Türk halk çalgılarının bir kısmı tarih içerisinde kullanılmış ve devrini tamamlayarak ortadan kaybolmuş, bir kısmı ise çeşitli Türk boyları tarafından halen kullanılmaktadır. Bazı çalgılar sadece Türkler tarafından kullanılırken bazıları ise yakın kültürlerdeki uluslarla ortak kullanılan aletlerdir. Bu ortak çalgıları da Türk müzik aletleri içerisinde değerlendirmek gerekir. Geleneksel Türk müziğinde kullanılan çalgı aletlerinin tamamını teker teker ele alıp tanıtmak bir makaleye sığacak bir çalışma olamayacağı için biz burada çalgı ailelerini ve bunların tekâmül süreçlerini değerlendireceğiz.

         

        Çalgıların sınıflandırılmasına girmeden önce Türk çalgı kültüründe çok önemli yer tutan ‘Kopuz’ kavramı üzerinde biraz durmak yerinde olur. 

         

        Türkler, bin yıldan fazla bir süredir dünyanın birçok bölgesine yayılmış ve çok farklı kültürlerle etkileşim içerisinde olmuşlardır. Bu sebeplerle kopuz adı başlangıçta belki tek bir çalgıyı ifade ediyorsa da günümüzde farklı çalgılara isim olmakta ve yine farklı şekillerde yazılıp söylenmektedir. Moğolca, Çince gibi Asya’dan komşu dillere de geçmiş olan kopuz sözcüğü yine de imla bakımından büyük oranda korunmuştur. Çin kaynakları, Tukiyu (Türk) erkeklerinin “hyupu” çaldıklarından bahsediyor. Bu sözcük, Meragalı Abdülkadir’in Doğu Türkistan’da XV. Yüzyılda milli çalgı olarak kullanıldığını yazdığı “pi-pa” çalgısını hatırlatıyor. Pi-pa, Çin müziğinde günümüzde de aynı isimle kullanılan dört telli kısa saplı bir çalgıdır. Müslüman kaynakların kopuzu barbat ve ud ile bir tutması bu form benzerliğinden kaynaklanıyor olabilir.

         

        Dış tesirlere en fazla kapalı kalabilmiş bölgeler olan Saha-Yakut çevresi, Hakasya ve Altaylarda kopuz konusunu incelemek gerekir. Bu bölgelerde khomus, khomıs isimleriyle anılan çalgı, metal bir çatalın arasına yine metalden esnek bir dil yerleştirilmesiyle yapılan bir ağız çalgısıdır. Çatal ön dişlere dayanır ve parmaklarla metal dil titreştirilir. Ağız boşluğunun rezonans kutusu gibi kullanılması ile çalınır.

         

        Yakut’larda bu çalgının prototipleri demir yerine ağaç veya kamıştan yapılmakta ve günümüzde de kullanılmaktadır. Khomus sözcüğü, Saha-Yakut dilinde, aynı zamanda kamış anlamına da gelmektedir. Müzikolog S. Longinova, kelimenin bu anlamına göre ilk khomusun nefesli bir çalgı olabileceğini ileri sürmektedir. Yakut inanışına göre ilk khomus yıldırım düşmesi sonucu yanmış bir ağaçtan çıkan sesten yola çıkılarak yapılmıştır. Şaman inançlarına göre ağaç kutsaldır. Kamların khomusları özellikle pelit ağacından yapılan kutsal sesli çalgılardı ve ruhlarla konuşurken bu çalgıyı kullanırlardı. Ölen şamanın mezarına ağaçtan yapılmış khomusları konurdu ve yine bir ağaca bu şamanın çalgıları asılırdı. Altay ve Yakutların eski masallarında khomus av çalgısı olarak ta anlatılıyor ve elde edilen av için bu çalgıyla şükür ediliyordu. Yakutçada khomuhun sözü büyü, sihir anlamına gelir. Khovuz ise eski Türk dilinde kötü ruhları kovma (kovuş) anlamındadır. Khovuz oguz da dua etmek demektir. Khomus çalgısının dua ve kötü ruhları kovmadaki fonksiyonu göz önüne alındığında adını bu gelenekten aldığı düşünülebilir. Bir kısmı Romanya’da bir kısmı Moldova’da yaşayan Gagavuz Türklerinin halk çalgısı olan bir çeşit kemençe de bugün “kovuş” adı ile anılmaktadır.

         

        Prof. Dr. A. N. Samayloviç Çincede “kovzı” sözcüğünün ağızla çalınan anlamında kullanıldığını bildiriyor ve Yakut, Tonguz ve Çin kovzısını demir kopuz olarak tanımlıyor.

         

        Hakas çevresine ait bir başka çalgıyı, Verkov yayınlamıştır. Komıs adındaki bu çalgı, iki veya üç tellidir. Altay çevresinde tobşur denen çalgı ile Tuva’daki Topşulur adlı çalgılarla aynıdır. Teknesi ve sapı aynı kütükten çıkarılır. Alt kısmı koyun veya geyik boynuzu ile kaplanır. Perdesizdir. Telleri at kılı veya koyun bağırsağı (kiriş) ile yapılır. Alt teli, üst tele göre beşlidir. 70-80 cm kadar uzunluktadır. Buna benzer çalgılar Orta Asya’nın birçok bölgesinde kullanılmakta fakat farklı isimlerle anılmaktadır.

         

                    Kazak ve Kırgız baksılarının kullandıkları çalgıların ismi de kopuz’dur. Ancak bu kopuzlar yayla çalınan bir çeşit kemençelerdir. Saka-Yakut bölgelerinde de sözü kıl khomusla aynı ailedendir. İslamiyet’in kabulüne kadar baksılar kıl kobız adındaki bu çalgı ile ayinlerini gerçekleştirirlerdi. Kırgızlar parmakla çaldıkları uzun saplı üç telli çalgılarına da kopuzla aynı sözcükten gelen komuz denilmektedir.

         

                    Kopuz adı çok çeşitli çalgılara isim olmuşsa da Orta Asya’nın her yerinde kopuz ismiyle anılan tek bir çalgı var ki o da ağız kopuzudur. Saha-Yakut dilinde khomus, Tuva çevresinde demir khomus, kuluzun khomus ve çartı khomus, Kazaklarda, şankobız, Kırgızlarda ooz(ağız) komuz, Başkırt ve Tatarlarda kubuz, Türkmenlerde gopuz, Özbeklerde şang kobuz adıyla bilinen ağız tamburası ya da batılıların jew’s harp dedikleri çalgıdır. En eski kopuz bu çalgı mı idi bilinmiyor ancak kopuz adıyla en yaygın olan çalgı olduğunu görüyoruz.  Kopuz adı daha sonraları çalgı anlamında kullanılmaya başlamış ve genellikle önüne bir sözcük eklenerek özel bir çalgı adı almıştır. (Kılkopuz, simkopuz, demirkopuz, narkopuz, yıgaşkomuz, kuluzun khomus vs.)



Telli Çalgılar

         

        Türklerin Orta Asya’daki eski yurtlarında kullandıkları telli çalgılar genellikle ahşap gövdeli ve bağırsak veya at kılından telleri olan çalgılardır. Batıya doğru gelindikçe formlar çok fazla değişmemiş, tel malzemesi ve sayısı daha çok değişikliğe uğramıştır.  Telli çalgıları üç grupta inceleyebiliriz.

         

         

        1-Telli-tezeneli (tezene veya parmakla çalınan) çalgılar

         

        Bu gruptaki Türk çalgıları genellikle armudi gövdeli ve uzun saplıdır. Etnograf Jagda Babalik tarafından 1986 yılında Kazakistan’ın Almatı Eyaleti Jambıl ilcesi Maytobe mevkiinde bulunan bir kaya resmi bu formdaki çalgının tarihini 6 bin yıl öncesine kadar dayandırmaktadır. Altay ve Tıva bölgelerinde kullanılan iki telli çalgı “toşbuluur”dan Anadolu bağlamasına kadar uzanan ailenin çalgıları, Kazaklarda Dombıra, Kırgızlarda Komuz, Özbek, Uygur ve Türkmenlerde “dutar”,  Azerbaycan’da “âşık sazı”, Anadolu’da ise “ikitelli”, “tambur”, “tambura”, “bozuk”, “bağlama”, “üçtelli”, “cura” gibi isimlerle karşımıza çıkmaktadır. “toşbuluur”, “dombıra” ve “dutar”lar iki telli çalgılardır ve muhtemelen bu ailenin prototipini oluştururlar. Telleri barsaktan veya ipekten imal edilmektedir. Hazar ötesi Türkmenleri 20. yüzyıl başlarından itibaren dutarda metal tel kullanmaya başladılar. Oysa Anadolu’da metal teller 16. yüzyıldan sonra görülmeye başlamıştı. Özbek ve Uygurlarda İpek telli dutarın yanı sıra özellikle şehir çevrelerinde kullanılan ve makam müziği çalgıları olan  “sato” (setar), “rubab” ve  “tambur” metal telli çalgılardır. Bu sınıftaki diğer bir çalgı olan “tar” da İran, Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan’da yaygın olarak kullanılmaktadır.

         

         

         

        2-Telli-yaylı çalgılar

         

        Yaylı çalgı ailesinin en eski örneğinin, Altaylarda Pazırık kurganından çıkan bir çalgı olduğunu biliyoruz. Bu çalgı at kuyruğundan iki tele sahip bir çalgı. Günümüzde Kazak ve Kırgızların kullandığı “kılkobız” ve “kıyak”a benziyor. Atın kafatasına benzeyen bir gövdesi, deriden kapağı ve kısa bir sapı var.  Tahminen çok eski devirlerde at kafatasından yapılmış olan bu çalgı Şamanların kutsal çalgısı idi. İslamiyete geçişle birlikte destancı ozanlar olan “jırav”lar tarafından kullanılmış, daha sonraları taassubun baskısıyla neredeyse yok olmuştu. 1930’lu yıllarda Kazak Müzik adamı Ahmet Jubanov’un çalışmaları ile yeniden kullanılmaya başlanmıştır.

         

        Altay, Hakas ve Tıva bölgelerinde kullanılan “ikele” veya “igil” de bu cümleden olan çalgılardandır. Mahmut Ragıp Gazimihal, kopuzun zamanla okla çalınmaya başlandığını ve muhtemelen bundan sonra oklu kopuz ya da sadece oklu denilmiş olabileceğini belirtiyor. Iklığ adının da buradan geldiğini ileri sürüyor ve şunları yazıyordu: “ Eski bir Türkistan seyahatnamesinde iki kıllı olan oklu bir çalgının adı latin harflerince igil imlasıyla alınmıştır. Fransız musiki yazarı Albert Soibes kaynak göstermeksizin şöyle diyor “İkele yaylı bir çalgıdır; uç Sibirya ve Moğol sınırlarında kullanılmıştır.” Bozuk imlalarla yazılı kelimenin ıklığ ile olan ilgisini ister istemez hiçbir batılı iktibasçı bilemezdi: Türkolog değillerdi.” Gazimihal burada çok önemli bir ipucuna yaklaşmış ancak ikele sözünün ikili, igil sözünün ise iki kıl anlamına gelebileceğini fark edememişti. Bizce bu çalgı Anadolu’ya kadar gelmiş ve “ıklığ” adında tanınmıştır. Tel sayısının artması ile ismi de değişerek günümüzün “kabak kemane” ve “rebab” adı ile kullanılan çalgılarına dönüşmüş olmalıdır. Özellikle Oğuz kültürünün etkin olduğu bölgelerde bu formdaki çalgı yaygın olarak kullanılmaktadır. Azerbaycan’da “kemança”, Türkmenistan ve Özbekistan’da “gicak”, Uygurlarda “ecek” adı ile kullanılmaktadır. 

         

        Yaylı çalgıların bir diğer kolu da Ön Türkler, Hunlar ve Kıpçaklar aracılığı ile Karadeniz’in kuzeyinden dolaşarak Anadolu’ya kadar gelmiş ve fasıl kemençesi ile Karadeniz kemençelerine dönüşmüştür. Avrupalı müzikologların kabul ettikleri bir teoriye göre kemanın da kökeni aynı yolla Orta Asya’ya dayanmaktadır. Avrupa orkestralarında kemanın yer alması 13. yüzyıldan sonradır.

         

         

        3-Telli-vurmalı çalgılar

         

        Her bir teli ayrı bir ses verecek şekilde akortlanarak tellere bir zahme ile vurmak ya da mızrapla titreştirmek sureti ile çalınan çalgılardır. Altay’da “çatagan”, Tıva’da “yatka”, Kazakistan’da “cetigen” olarak bilinir. Yatay olarak dizayn edilmiş bir ses tablası üzerine teller gerilmiş her bir telin altına aşık kemiğinden eşikler yerleştirilmiştir. Çalgı, Azerbaycan ve Anadolu’da “santur” ve “kanun” olarak geliştirilmiştir. Uygur ve Özbekler santur benzeri bir çalgıyı “çeng” olarak isimlendirmektedir. Prensipte aynı olmakla birlikte dikey olarak kucakta tutularak çalınan bir başka formdaki çalgıya da Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde “çeng” olarak rastlamaktayız.

         

         

         

        Nefesli Çalgılar

         

         

        Anadolu’da “çoban kavalı” ve “ney” olarak tanınan formdaki çalgının izini de Orta Asya’ya kadar sürebilmekteyiz. Kamış veya ağaçtan oyularak imal edilen çalgı uzun bir borudan oluşur ve dilsizdir. Kazaklarda “sıbızgı”, Kırgızlarda “şoor”,  Başkurt ve Tatarlarda “kuray” adı ile bilinir ve günümüzde halen kullanılmaktadır.

         

        Pişmiş topraktan imal edilen bir çalgı da Kazaklarda “uskırık” Kırgızlarda “şopo şoor” adı ile kullanılmaktadır. Bu çalgının da Selçuklu döneminde Anadolu’da kullanıldığını biliyoruz.

         

        İnce bir kamış üzerinde bir dil ve deliklerden ibaret on-on beş cm uzunluğundaki küçük bir çalgı Türkmenlerde “tilli tüydük” Anadolu da “sipsi” adı ile anılır. Aynı çalgının ikilisini Özbeklerde “kuş nay” olarak görüyoruz. Bu ikili sipsi Güney Anadolu’da “zambır” Kuzey Anadolu’da “çimon” adı ile kullanılmaktadır. Aynı prensipteki bir başka tarihi Türk çalgısı da “argul”dur. Tulum şeklimdeki bir oğlak derisine bağlı olarak kullanıldığında ise “tulum zurna” adını alır. Osmanlı döneminde “gayda” adında kullanılmış olan benzer bir çalgının Kazakistan’daki adı ise “jelbuvaz”dır.

         

        Zurna da Bütün Türk dünyasında yaygın olarak kullanılan bir nefesli çalgıdır. Orta Asya’da daha çok “surnay” adı ile tanınır. Çin’de Hindistan’da ve Doğu Avrupa’da kullanılmaktadır.

         

        Harezm bölgesi, Azerbaycan ve Anadolu’nun doğusunda kullanılan bir diğer çalgı ise “balaman”, “balaban” veya “mey” adı ile bilinir. Ahşap gövde ve Kamış dilden ibaret olan bu çalgı Komşu kültürlerden Gürcistan ve Ermenistan’da “duduk” adı ile bilinir.

         

        Anadolu’da “dilli düdük”, Gagauzya’da “çığırtma” adı ile anılan bir başka nefesli çalgı ise yirmi-otuz cm boyundaki ahşap dilli kavaldır. Anadolu’nun bazı bölgelerinde kartalın kanat kemiğinden imal edilir.

         

        Metalden düz uzun bir boru olan “karnay” bugün Özbek ve Uygur müziğinde kullanılmaktadır. Daha çok askeri musikide yer alan bu çalgı Osmanlı mehterinde de “boru” adı ile 17. yüzyıla kadar kullanılmıştır.

         

        Her biri ayrı bir ses veren birden fazla kamış parçasının bir dizi meydana getirecek şekilde bağlanması ile elde edilen bir diğer Türk çalgısı da “mıskal”dır. Mıskal, Eski Uygur duvar resimlerinde de göze çarpar. Osmanlı döneminde 18. yüzyıla kadar çok yaygın olarak kullanılmış ve 19. yüzyılda ortadan kaybolmuştur. Evliya Çelebi’ye göre 17. yüzyılın ortalarında İstanbul’da 51 “mıskalî” bulunuyordu.

         

         

         

        Vurmalı Çalgılar

         

         

        Derili vurmalı çalgıların en eski örneklerinden biri şaman davulu olan “düngür”dür. Düngür, dairesel ya da oval bir kasnağın tek tarafına deri gerilmesi ile yapılan bir çalgıdır ve kamın (şamanın) ayinini gerçekleştirebilmesi için en gerekli enstrümanlardan biridir. “orba” adı verilen bir tokmak yardımı ile çalınır. İslamiyet’in kabulü ile kutsallığını yitirerek bir usül çalgısına dönüşmüştür.  Aynı prensiple imal edilen çalgı aletleri Özbeklerde “doyra” (daire), Uygurlarda ”dap”, Azerbaycan’da “gaval”, Anadolu’da “tef” ve “bendir” adı ile kullanılmaktadır.

         

        Enli bir kasnağın çift tarafına deri gerilmesi ile elde edilen “asma davul” Anadolu ve Balkanlarda askeri müzikte ve meydan müziğinde yaygın olarak kullanılır. Davulun biraz küçük ve elle çalınanına Azerbaycan’da “nağara” adı verilir.

         

        Kâse şeklinde iki rezonans kutusuna deri gerilerek imal edilen “nakkare” ve bunun büyüğü olan “kös” de Türk Dünyasının bütün bölgelerinde kullanılan geleneksel ritim çalgılarıdır.

         

        Derili çalgılardan başka ağaç ritim çalgıları da Türkler tarafından yaygın kullanılan aletlerden olup en yaygını kaşıktır. Yine bu neviden Azerbaycan’da “goz”, Kazakistan’da “tokuldak” gibi içi boşaltılmış tahtalar kullanılır.

         

        Metal vurmalı çalgılar olan “zil”, “çalpara”, “asatayak”, “kongırav” gibi aletlere de Türk Dünyasının bütün bölgelerinde rastlanmaktadır.

         

        Bütün bu isimleri zikredilen çalgılardan başka burada yer almamış çok sayıda Türk çalgısı elbette bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu günümüzde kullanılmayan çalgılar ya da tanımlananların çeşitli varyantları olan çalgılardır. Yeryüzünde Türklerin yaşadığı bölgelerdeki çalgı kültürleri ve aralarındaki ilişkilerin kısa bir değerlendirmesi olan bu çalışma bize gösteriyor ki kültürün diğer alanlarında olduğu gibi müzikte ve çalgılarda da Türk Dünyasındaki birlik canlılığını muhafaza etmektedir.

         

         

        Kaynaklar

         

        Aksoy B.  Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musikî. İstanbul- 2003

        Gazimihal M. R. Asya ve Anadolu Kaynaklarında Iklığ Ankara-1958

        Gazimihal M. R. Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarımız. Ankara-1975

        Ögel, Bahaeddin.  Türk Kültür Tarihine Giriş 9, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları 1987

        Racabi Y. Özbek Halk Muzikası Taşkent- 1959

        Reşetnikova A. P.  Vargan İ Ego Muzika (s. 79)  Yakutsk – 1991

        Sarıbayev B. Kazaktın Muzikalık Aspaptarı Almatı- 1978 

        Suzukey B. Tuvinskie, Traditsionnie Muzikalni İnstrumenti Kızıl- 1989

        Uspenskiy V. , Belaev V.  Turkmenskaya Muzıka Aşkabat-1979

         

        *Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk Dünyası Müzik Topluluğu Sanat Yönetmeni